Merhaba Sevgili Dostlar
Geçtiğimiz haftalarda bir arkadaşımın
babaannesi ile tanıştım. Çok hoş sohbet,
dünya tatlısı tonton mu tonton bir teyze. Sohbetleri o kadar samimi ve içten ki
saatlerce dinleyebilir ve dizinin
dibinden hiç ayrılmak istemezsiniz. Bu durum bütün yaşlılar ile yaptığınız
sohbetler için geçerli tabii. Çünkü
onların sohbetlerinde huzur ve yaşanmışlıklar var. Binlerce öğüt ve tecrübe
var. Neyse..Konumuz bu değil, çünkü bu sohbetler esnasındaki kazanımlarımızı
yazmaya kalksam sayfalar yetmez.
O gün bu tatlı muhabbetimiz devam
ederken konu atasözlerimize ve hikayelerine geldi.
Ve sevgili babaanne bana
birkaç atasözünün hikayesini anlattı. Birazda ben araştırdım. Hep duyduğum
hatta kullandığım ama derinlerine hiç inmediğim için nereden geldiğini
bilmediğim atasözleri bunlar…
Birkaç tanesini de sizinle paylaşmak
istedim.
Osmanlı ve Arap dünyasında keçiboynuzu
çekirdekleri ölçü birimi olarak kullanılırmış. 16 keçiboynuzu çekirdeği bir
dirhem olarak adlandırılıyormuş. Elmas ölçümündeki karat ifadesi de bir kayısı
çekirdeğine karşılık geliyormuş. Eski altın paraların ağırlığı 2 dirhem 1
çekirdeğe tekabül edermiş. Dolayısı ile “İki dirhem bir çekirdek” deyiminin şık
giyimli insanlara söylenmesi hoş bir iltifat çünkü bu deyimle bu insanlara bir
nevi altın yakıştırması yapılıyor.
ÇIKAR AĞZINDAKİ BAKLAYI
Zamanında çok küfürbaz bir adam
yaşarmış. Sonunda kendine yakıştırılan küfürbazlık ününe dayanamaz duruma
gelmiş. Soluğu bir bilgenin yanında almış, ondan akıl danışmış.
“Her kızdığım konu karşısında küfretmek huyumdan kurtulmak istiyorum”
demiş. Adamın içtenliğini görünce bilge ona yardımcı olmaya karar vermiş.
Bakkaldan bir avuç bakla tanesi getirtmiş ve bunları küfürbazlıktan kurtulmak
isteyen adamın avucunun içine koymuş.
“Şimdi bu bakla tanelerini al, birini dilinin altına, ötekilerini
cebine koy” demiş. “Konuşmak istediğin zaman bakla diline takılacak, sen de
küfürden kurtulma isteğini anımsayıp o anda söyleyeceğin küfürden
vazgeçeceksin. Bakla ağzında ıslanıp da erimeye başlayacak olursa cebinden yeni
bir bakla çıkarırsın, dilinin altına onu yerleştirirsin”. Adamcağız bilgenin
dediğini yapmış. Bu ara da bilgenin yanından da ayrılmamaya çalışıyormuş.
Yağmurlu bir günde birlikte bir sokaktan geçerlerken bir evin penceresi hızla
açılmış ve genç bir kız başını uzatmış, seslenmiş:
“Bilge efendi, biraz durur musun?” demiş ve pencereyi kapatmış. Bilge
söyleneni yapmış ama sicim gibi yağan yağmur altında iliklerine değin ıslanmış.
Üstelik niçin durdurulduğunu henüz bilmiyormuş. Bir ara evin kapısına varıp
kızın ne istediğini sormak geçmiş içinden fakat tam kapıya yöneleceği sırada
kız tekrar pencerede görünmüş ve aynı isteğini yinelemiş:
“Bilge efendi, lütfen birkaç dakika daha bekler misiniz”
Bilge içinden öfkelenmiş ama kızın isteğini de yerine getirmiş. Fakat
yanındaki eski küfürbaz adam, kendini zor tutuyormuş. Bu arada yağmurun şiddeti
gittikçe artıyor, bilge de, adam da, vıcık vıcık ıslanıyorlarmış. Bir süre
sonra pencere açılmış ve kız yine seslenmiş
“Gidebilirsiniz artık” demiş.
Bilge bu durumu çok merak etmiş ve sormuş: “İyi de evladım bir şey
yoksa bu yağmurun altında bizi niçin beklettin?”
“Penceredeki kız, bu soruyu pek umursamamış:
“Efendim, sizi elbette bir nedeni olmadan bekletmiş değilim” demiş ve
bekletme nedenini şöyle açıklamış:
“Tavuklarımızı kuluçkaya yatırıyorduk. Yumurtaları tavuğun altına
koyarken bir kavuklunun tepesine bakılırsa piliçler de tepeli olur, horoz
çıkarmış. Annem sizi sokaktan geçerken görünce hemen yumurtaları kuluçkaya
koydu ve yumurtaları tavuğun altına yerleştirene değin sizin pencerenin önünden
ayrılmamanızı istedi.”
Saygısızlığın böylesi karşısında bilgenin de tepesinin tası atmış.
Yanındaki eski küfürbaza dönmüş ve “Hak ettiler
bu ana kız demiş” . ‘Çıkar ağzından baklayı!..’"
Bir zamanlar Şenn adında çok zeki ve bilgili bir adam yaşamaktaymış. Bu
adam bir gün kendisi gibi bilgin ve akıllı bir kız bulup evlenmek için atına
atlayıp yola çıkmış. Yolda bir adama rastlamış. Adam köyüne gidiyormuş. Şenn de
adama katılıp birlikte yolculuk etmeye başlamışlar.
Şenn adama sormuş: “Ben mi seni yükleneyim, yoksa sen mi beni
yüklenirsin?”
Adam, “Bu nasıl söz? İkimiz de atlıyken birbirimizi nasıl yükleniriz?”
diye yanıt vermiş. Biraz ilerleyip köye
yaklaştıklarında, Şenn biçilmiş ekinleri görünce tekrar sormuş: “Bu ekinler yenmiş mi yenmemiş mi?” Adam iyice
sinirlenmış. “Be cahil adam! Ekini saplarıyla görüyorsun da yenip yenmediğini
mi soruyorsun?” Köye varınca da bir cenazeye rastlamışlar. Şenn yine sormuş: “Bu
tabutun içindeki ölü mü, yoksa diri mi?” Adam öfkeyle yüzünü çevirmiş ve ”Senin gibi tuhaf ve cahil bir adam
görmedim!”diye çıkışmış.
Adamcağız, sorularına bir anlam veremediği bu yol arkadaşını o gün
evinde konuk etmiş. Evde Tabaka adında bir kızı varmış. Kız babasına konuğun
kim olduğunu sormuş. Adam da onun kendisine sorduğu aptalca soruları sıralamış
ve pek tuhaf bir adam olduğunu söylemiş.
Fakat kız “Baba, o adam tuhaf değil” demiş. ”Birinci sorusu, Ben mi söze
başlayayım sen mi?” demektir. İkincisi, “Ekin sahipleri onun parasını yemişler
mi acaba?”, üçüncüsü de, “Acaba bu ölü kendi adını yaşatacak evlat bırakmış
mıdır?” demektir demiş.
Bunun üzerine adam, Şenn’in yanına dönüp soruların yanıtını aktarmış. Şenn
ise, “Bu sözler senin değil. Sahibini açıklar mısın?”deyince, adam kendi kızı
olduğunu söylemiş.
Şenn , “Ben işte böyle bir kız arıyordum” diyerek onunla evlenmek
istemiş.
Anne babasının da rızasıyla Tabaka ile evlenen Şenn, kızı alıp
ailesine götürmüş. Çevre halkı da bu
evlilik karşısında, “Vafeka Şenn Tabaka”, yani “Kap kapağına uygun düştü”
demişler. Çünkü “Şenn” su kabı, “Tabaka”
ise kapak anlamına geliyormuş.
Türkçe’ mizde ise bu söz, “Tencere yuvarlandı, kapağını buldu”
atasözüne dönüşmüş..
Sevgilerimle….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder