14 Şubat 2016 Pazar

BATAKLIĞIN KAYIP TANRILARI





Bataklığın Kayıp Tanrıları, benim uzun süre önce aldığım ancak bir türlü fırsat bulup da okuyamadığım kitaplarımdan biri.

Arkeolojik suç ve cinayet romanı.  2014 yılında En İyi Suç Romanı ödülünü alan bir kitap

Kitabımızın kahramanı Ruth Galloway. Kuzey  Norfolk Üniversitesinde ders veren, otuzlu yaşlarının sonlarında, ıssız bucaksız Saltmarsh kıyılarında bulunan birkaç ufak kulübenin birinde iki kedisi ile  yaşayan bir adli arkeoloji uzmanı.


Hikaye ;  Bir sabah dedektif şef Harry Nelson’un kendisinden bir cinayet soruşturması ile ilgili yardım istemesi ile başlıyor. Ruth taş yapıtta bulunan bir çocuk cesedi ile ilgili araştırma yapacaktır, taş yapıt denilen yer  ise , demir çağı’ndan kalma su ile karanın birleştiği Pagan’ların kutsal bölgesidir . Kurbanlar verilen ve ayinler yapılan bir mistik alan.


Ruth kendini bir anda birbirleri ile ilişkili olduğu düşünülen çocuk kaçırma ve cinayetlerinin ortasında buluyor. Bulunan kemikler yüzlerce yıl öncesinden bir kız çocuğuna ait. Ancak araştırmalar ve kazılar devam ederken ortaya çıkan kemikler, sadece geçmişte yapılan acımasız ritüellere, kurban sunma ayinlerine değil son yıllarda ortadan kaybolan küçük kızların akıbetlerine de ışık tutuyor.


Sonra gelen gizemli mektuplar var… Veee tüm bunlar Ruth’u  denizle bataklığın birleştiği, gel-gitlerin insanı bir anda yuttuğu fırtınalı bir geceye götürüyor ve  Ruth için gerçek manada bir ölüm kalım savaşı başlıyor..


Bu kitap ; benim zaman zaman soluğumu tutarak okuduğum ve bu kadar uzun zamandır beklettiğim için kendime kızdığım bir kitap oldu.  


Fırsat bulduğunuz bir zamanda okumanızı tavsiye ederim, zaten çok akıcı bir anlatımı olduğu için çabucak ilerliyor..




KURTLARA SÖYLE EVE DÖNDÜM


Selam..

Bir önceki yazımda da bahsettiğim gibi 08-15 Şubat tarihleri arasında yıllık izinde olduğum için birkaç kitap okuma fırsatı buldum.  Bunlardan biri Kurtlara Söyle Eve Döndüm .. Bu kitabı bir çok blogger arkadaşın tavsiyeleri üzerine almıştım iyi ki de almışım ve okumuşum. Son sayfalarında gözlerimin dolduğunu da belirtmeliyim.

Hikayeyi bize June anlatıyor. June ortaçağ hayranı 14 yaşında bir genç kız. Greta ve June iki kız kardeş, daha önceleri çok iyi anlaşırlarken sonrasında araları bozulmuş. Sonra  Finn var,  Finn bu iki kız kardeşin dayıları. Çok başarılı bir ressam, gay ve ölümcül bir hastalığı var AIDS. Ve Finn’in aşkı Toby..

June dayısına hayran bir karakter, bunun aşk olduğunu söyleyenlerde oldu. Ama ne biliyim ben bunu aşk olarak nitelendiremedim. Bu hayranlık boyutu çok çok yüksek olan uçsuz bucaksız bir sevgi.. Çok masum çok içten…

Ancak asıl hikaye Finn’in ölümünden sonra başlıyor. Bundan sonrası o kadar akıcı ki, kitabı elinizden bırakamıyorsunuz. Ben Toby’e hayran kaldım. Toby’de AIDS ve June’ın annesi tarafından Finn’in katili olarak suçlanıyor.  Ama onun yüreği o kadar kocaman ki , onu okurken artık böyle insanlar hala var mı acaba diye düşündüm.. Finn’de çok sevmiştim ama Toby başka…

Sonra Greta var, başlarda beni çok sinirlendirmesine rağmen yine de ona bir türü gıcık olamadım sonrasında da bunun nedeni ortaya çıktı zaten.

Ve bir tablo var… Finn tarafından yapılan June ve Greta’nin portresi..  O tabloyu gözünüzde canlandırıyor ve hayran kalıyorsunuz..

Kısaca ; ben kesinlikle okumalısınız diyorum.. Bu arada Toby’nin bir sözünü aşağıda paylaştım. Çünkü Buna yürekten katılıyorum.

 "Yalnızca dünyanın en mutsuz insanları sonsuza dek yaşamayı ister, çünkü hayatları boyunca istedikleri hiçbir şeyi yapamadıklarını düşünürler. Yeterince zamanları olmadığını, hayattan paylarına düşeni alamadıklarını hissederler."
              


ÇOK KIZGINIM !!




Merhaba,

Geçtiğimiz hafta yıllık iznimin bir haftasını alarak bu 7 günü evde geçirme kararı aldım. Tabii bunda çalıştığımız İngiliz müşterimizin Çin’deki ofisinin kapalı olmasının da çok büyük etkeni vardı. Onların takvimine göre 08-15 Şubat tarihleri arasına gelen dönem Bahar Festivali.  Batılıların Noel’i gibi Çinliler için de bu Bahar Bayramı çok önemli..


Bende bu dönemde evden hiç çıkmadım. ( Sadece bir gün kuaföre gittim J) Evde olmayı çok seviyorum. İhtiyaçlarım karşılandığı takdirde sanırım evden çıkmadan aylarca kalabilirim.

Evde olduğum süre içinde uzun zamandır ihmal ettiğim ama aslında en sevdiğim işlerden biri olan kitaplığımı düzenleme işine giriştim. Ancak benim için çok da keyifli olmadı. Çünkü bir çok kitabımın eksik olduğunu fark ettim. Özellikle Tess Gerritsen ve Dan Brown’ın kitapları. Kitaplığıma sığmadığı için evin başka bölümlerinde de saklıyordum. Ama oralarda da yoktu.. Hiçbir yerde yoktu. Ve kimlere verdiğimi de hatırlamıyorum L O sinirle herkese “kimde kitabım varsa geri getirsin” şeklinde bol sitemli toplu mesajlar attım ama kimseden cevap gelmedi L

Bende şimdi yenilerini alacağım ve bundan sonra hiç ama hiç kimseye kitaplarımdan vermeyeceğim kimse kırılmasın gücenmesin…

Bu konuda daha fazla konuşmak istemiyorum o kadar üzgün ve kızgınım ki. En çok da kendime !!!!!!

Neyse ; bu arada birkaç kitap okudum ve bitirdim. Kafamı biraz toparladıktan sonra onlarında  yorumlarını paylaşacağım..


Sevgiyle kalın …

5 Şubat 2016 Cuma

KÜRK MANTOLU MADONNA





Sebahattin Ali’nin bu kitabını lise yıllarında okumuştum. Ancak sanırım okuduğum anlarda aklım beş karış  havadaymış ki bir türlü hatırlayamıyordum.. İnternette arkadaşların yorumlarını okurken evet bir şeyler şekilleniyordu ama o kadar !

Bende daha fazla vakit kaybetmeden hemen okumaya karar verdim. İyi ki de okumuşum ..

Kitap  Rasim’in işinden ayrılıp, bir arkadaşı vasıtası ile farklı bir yerde iş başı yapması ile başlıyor. Sonrasında ise ana karakterimiz olan Raif Bey ile tanışmasıyla  devam ediyor.  Ama asıl başlangıç  Raif Bey’in defteri .

Raif Bey ölümünün yaklaştığını anladığında, iş yerinde bulunan  bu genç arkadaşından defterini yakmasını  rica ediyor. Ancak Rasim  , Raif Bey  ile ilgili kafasındaki gizemi çözmek ve onu daha yakından tanıyabilmek için defteri yakmıyor ve  okuyor.

İşte o defterde  ; Raif Bey’in yaşamı, Türkiye’den Berlin’e, gidişi ,  Berlin’de yaşadıkları ve tabi ki Kürk Mantolu Madonna  (Maria Puder ) ile tanışması ve dahası var !!

Bu kitap sıra dışı ve mükemmel bir aşk hikayesi …

Roman aslında kısa bir roman. Yüz altmış sayfa. İçinde bize yabancı kelimeler yok değil ama buna rağmen gerçekten akıcı ve kolay anlaşılabilir bir dili var. Zaten bu anlaşılamayacağı düşünülen kelimeler sayfa altlarında açıklanmış.
  
Eğer hala okumamış olanlarınız varsa mutlaka okuyun. 

Ayrıca küçük bir dip not ; Bu kitap " TÜRK EDEBİYATINA DAMGA VURAN 20 ESER " arasında...